Yaklaşık yüz yıl önce insülini keşfederek şeker hastalığının tedavisini mümkün kılan bilim insanı Fredrick Bantig'in doğum yıl dönümü anısına, her yıl 14 Kasım'da Dünya Diyabet Günü etkinlikleri düzenleniyor.

Göz Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Nilüfer Berker, AA muhabirine yaptığı açıklamada, diyabetin yüksek kan şekeri ile kendini gösteren ve vücuttaki bütün damarlara zarar verebilen kronik bir hastalık olduğunu söyledi.

Kan şekeri yüksekliğinin, pankreasın insülin salgılayamamasına (Tip 1 diyabet) veya salgılanan insülinin hücreler tarafından kullanılamamasına (Tip 2 diyabet) bağlı olduğunu anlatan Berker, "Yüksek kan şekerine uzun süre maruz kalan damarlar zamanla hasarlanır, tıkanır ve dokular için gerekli kan ve oksijen ihtiyacını karşılayamaz hale gelir. Diyabette oluşan damar hasarı geri dönüşsüz olduğu için, oluşmadan gerekli önlemlerin alınması çok önemlidir." uyarısında bulundu.

Berker, diyabet sıklığının tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de de her yıl arttığına işaret ederek, obezite, kötü beslenme alışkanlıkları, hazır ve paketli gıdalar, hareketsizlik ve stresli yaşam koşullarının bu artışın nedenleri olduğuna dikkati çekti.

Diyabettin en çok etkilediği organların başında gözler olduğunun altını çizen Berker, "Diyabetik retinopati, 20-65 yaş arası önlenebilir körlüklerin en önemli sebebidir. Kontrolsüz kan şekeri yüksekliği vücudun tüm damarlarında anjiopati denilen damar hasarlanmasına ve buna bağlı problemlere yol açar." bilgisini verdi.

Retina dokusunun, gözün arka-iç yüzeyinde bulunan ve görme hücrelerini içeren tabaka olduğunu anlatan Berker, sözlerine şöyle devam etti:

"Çok zengin bir damar ağı bulunan retina, kronik kan şekeri yüksekliğinden çok etkilenir. Retina damarlarının tıkanması sonucu kan dolaşımı bozulur ve retina hücreleri oksijensiz kalarak ölmeye başlar. Göz arkasında kanamalar, sıvı toplanmaları (ödem), yırtıklar oluşur. Zamanında önlem alınmazsa bu süreç kalıcı körlükle sonuçlanır.

Diyabetik retinopati hem Tip 1 hem de Tip 2 diyabetlilerde oluşabilir. En sık 20-65 yaş arası yetişkinleri etkilemektedir. Diyabetin uzun yıllardır bulunması ve kan şekeri kontrolünün yeterli olmaması bu komplikasyonun oluşmasında en önemli risk faktörleridir. Diyabete eşlik eden kalp, böbrek rahatsızlıkları gibi diğer kronik hastalıkların varlığı, obezite ve sigara kullanımı riski arttırır."

Prof. Dr. Berker, diyabetik retinopatinin erken evrelerinde hiç bulgu vermeyebildiğine işaret ederek, "Hastalık ilerledikçe uçuşmalar, görme kalitesinin bozulması ve görme kaybı oluşur. İleri evrelerde beslenmesi bozulan gözün tansiyonu yükselir, kırmızı ve ağrılı bir göz haline dönüşür." dedi.

Diyabetik retinopati tedavisinin hastalığın evresine ve şiddetine göre değişkenlik gösterdiğini anlatan Berker, retinopatinin henüz başlangıç aşamasında olması halinde kan şekerinin kontrol altına alınmasının ilerleyici hasarı ve görme kaybını engelleyebildiğini söyledi. Berker, "İlerlemiş retinopati varlığında, yine hasarın şiddetine bağlı olarak, lazer tedavisi, göz içi enjeksiyonlar ve retina cerrahisi uygulanmaktadır." diye konuştu.

Diyabet tanısı alan her hastanın göz hekimi tarafından muayene edilmesi gerektiğini ifade eden Berker, şunları kaydetti:

"Muayene, diyabetin ilk yıllarında, kan şekeri düzenli ise yılda bir kez tekrarlanmalı. Kan şekeri ve hemoglobin A1C yüksek seyrediyorsa muayeneler çok daha sık olmalı, 3-4 ayda bir yapılmalı. Bunun nedeni, retinopati henüz başlangıç evresinde yakalanırsa kontrolü çok daha kolaydır. Geç tanı alan hastalarda bütün tedavilere rağmen kalıcı görme kaybı önlenememektedir.

Diyabetik retinopati, kan şekerini iyi yöneten, diyetine, tedavisine, egzersize dikkat ederek yaşayan ve göz muayenelerini aksatmayan bireylerde, kontrolsüz bireylere oranla çok daha az görülür ve daha kolay kontrol altına alınabilir. Diyabet tanısı alanlar ümitsizliğe kapılmamalı, hekimi tarafından önerilen ilaçları düzenli kullanmalı, diyabetik yaşam ve beslenme tarzını benimsemeli. Diyabetten değil, geç kalmaktan korkmak gerekir."