Kutlu Müderris İdris-i Bitlisi ve Tepesi

Ebedi Eyüb Sultanlılar olarak nitelendirdiğimiz bu kişilerden birisi de Eyüb Sultan semtinin zirve noktası olarak bilinen (her ne kadar günümüzde Pierre Loti Tepesi olarak bilinse de) İdris Köşkü Tepesi’ne ismini veren meşhur tarihçi İdris-i Bitlisi’dir.

Ecdadın bir zerresi için feday-ı cân eylediği İstanbul şehrinde yaşamanın maddi olmasa da manevi bir bedeli vardır. O da mazisi ile olduğu kadar âtisi ile barış yapmayı ve hem tarihine hem de geleceğine hakkını verip sahip çıkmayı icap ettirir. İnce duygulara sahip olanlar bilir, İstanbul’un her taşı tarih, her karışı misk-ü amber kokar. Vaktiyle bu topraklarda yürürken olduğu kadar gülerken de, neşelenip cûşa gelirken de bir edep ve erkân gözetilirdi. Sırf Fatih’in orduları Cuma namazını kıldı diye Ok Meydanında ahali hayvanlarını otlatmaz, o sahaya hürmetlerini, asil fetih askerlerine saklar gibi muhafaza ederdi. Kıymeti dünya nimetleri ile ölçülemeyecek bir şehrin sakinleriyiz. Sorsanız, her insaf sahibi İstanbul’un dünyanın en güzel şehri olduğunu söyleyecektir. Her gelen ve her gören İstanbul’a hususi aşkını söylemiş, şiirler ve nesirler ile sanki bu eşsiz sevgiliyi, bulunduğu makamdan daha yücelerine taşımak gayretini göstermiş.
 
Özelliklerinin ve güzelliklerinin derûnûna âşina olabilenler tarafından anlaşılacağı bu şehr-i İstanbul’un şüphesiz en kıymetli misafiri Mihmandar-ı Resulullah, Alemdar-ı Habibullah sıfatlarına nail olan şehrin manevi fatihi ve sahibi Hâlid Bin Zeyd Ebu Eyyub El-Ensâri hazretleridir. Peygamber Efendimiz(s.a.s)’in İstanbul ile ilgili övgü dolu hadis-i şerifine mazhar olabilmek ümidiyle ilerleyen yaşına ve sağlık sorunlarına rağmen Medine’den İstanbul’a gelip mahşer gününe kadar ebedi istirahatgâh olarak İstanbul’u seçen kişiden bahsediyoruz elbette. İslam Tarihindeki mümtaz konumundan dolayı şehr-i İstanbul ahalisinin kendisine gönüllerin fatihi olmasının nişanesi olarak “Sultan” ünvanını verdikleri Eyüb Sultan hazretlerine dünyada yakın olmak ve ahirette onun şefaatine nâil olabilmeyi ümit eden birçok kişi ebedi istirahatgah olarak burayı tercih etmişlerdir. Bundan dolayıdır ki, Eyüb Sultan Cami ve civarındaki 280 bin metre kareyi kaplayan mezarlıklar Şeyhülislam Ebusuud Efendi’den Mahmud Esad Coşan Hocaefendi’ye birçok âlimi, Sokullu Mehmed Paşa’dan Kazım Karabekir’e birçok komutanı, Ali Kuşçu’dan Necip Fazıl Kısakürek’e birçok mütefekkiri, Mihrişah Valide Sultan’dan Adile Hanım’a birçok Hanım Sultanı, İdris-i Bitlisi’den Hoca Saadeddin Efendi’ye birçok tarihçi ve ismini burada zikretmekte aciz kalacağımız tarihi ve manevi dünyamıza ışık tutacak birçok değerli şahsiyetleri misafir etmektedir.

Ebedi Eyüb Sultanlılar olarak nitelendirdiğimiz bu kişilerden birisi de Eyüb Sultan semtinin zirve noktası olarak bilinen (her ne kadar günümüzde Pierre Loti Tepesi olarak bilinse de) İdris Köşkü Tepesi’ne ismini veren meşhur tarihçi İdris-i Bitlisi’dir. 1452 yılında doğan İdris-i Bitlisi’nin babası meşhur İslâm âlimlerden Molla Câmî’nin sohbetlerine iştirak etmiş mutasavvıf bir âlim olan, Mevlânâ Şeyh Hüsameddin Ali’dir. İdris-i Bitlisî, tam adı Mevlana Hakimeddin İdris Bin Hüsameddin Ali El-Bitlisî’dir. Osmanlı tarihçisi, siyaset bilimci ve devlet adamıdır. Bitlis doğumlu olmasına izafeten Bitlisi ismiyle anılmaktadır. İkinci Bâyezid’in emriyle kaleme aldığı ilk sekiz Osmanlı padişahını ve dönemlerini konu alan 8 Cennet anlamını taşıyan “Heşt Bihişt” adlı eseriyle ün yapmıştır. Önce Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’ın divanında uzun yıllar nişancılık yapmış, daha sonra 1490 senesine kadar Uzun Hasan’ın oğlu Yakup Bey’in divanında bulunmuştur. İdris-i Bitlisi, Akkoyunlu sarayında iken hükümdar çocuklarına lalalık yapmıştır. Bundan dolayı Hoca Saadettin Efendi, İdrisi Bitlisi’yi “Kutlu Müderris” olarak övmüştür. Sultan İkinci Bayezid’in 1485’te kazandığı bir zafer üzerine tebriknâme yazınca padişahın dikkatini çekti. 1501’de Sultan İkinci Bayezid tarafından İstanbul’a davet edilerek kendisine önemli görevler tevdi edildi. 1511 yılında Mısır üzerinden Hacca giden Bitlisi, Mısır’da Memlüklülerin Sultanı Kansu Gavri ve Gülşeniye tarikatının kurucusu İbrahimi Gülşeni Hazretleri ile görüşüp sohbetlerine katılmıştır.


İlk Farsça Osmanlı Tarihini yazıyor…  

Farsça olarak kaleme aldığı ve yedi bölümden müteşekkil olan “Heşt Biheşt” adlı eseri Osmanlı döneminde yazılmış ilk Farsça Osmanlı Tarihi kitabıdır. 80 bin beyitten oluşan, farsça 8 Cennet manasına gelen “Heşt Bihişt” isimli eser, Osman Gazi’den İkinci Bayezid Han’a kadar olan 8 Osmanlı padişahının dönemini anlattığı manzum bir eserdir. İdris-i Bitlisi, eserlerinde kullandığı üslupla Osmanlı Tarih yazıcılığında bir ekol olmuş, kendisinden sonra gelen tarihçileri etkilemiştir Süslü üslubundan dolayı daha sonraki kuşaklarca pek de iyi anlaşılamayan eser, İkinci  Mahmud’un emri ile Abdülbaki Sadi tarafından Türkçe’ye çevrilmiştir. Bunların yanında İdris-i Bitlisî’nin Türkçe, Farsça, Arapça şiirleriyle edebiyat, hadis ve siyaset bilimi üzerine yazılmış eserleri de vardır.

İdris-i Bitlisinin faaliyetleriyle Doğu ve Güneydoğu Anadolu Osmanlı’ya katılıyor…

İdris-i Bitlis-i, Osmanlı tarihinde ilk kez İslam birliğini savunmuş ve Müslüman devletlerin birbirleriyle savaşmak yerine hilafet etrafında toplanmaları gerektiğini belirtmiş Büyük bir tarihçi, önemli bir din âlimi ve aynı zamanda yetenekli bir siyaset bilimci olan İdris-i Bitlisi, 1512 yılında Osmanlı tahtına Yavuz Sultan Selimin geçmesiyle tekrar İstanbul’a gelmiş ve Yavuz’un başdanışmanı olmuştur. Osmanlı’nın Doğu sınırında Şah İsmail liderliğinde Safevilerin devlete büyük sıkıntılar verdiğini Yavuz şehzadeliğinde biliyordu ama Doğu meselesinin, devletin geleceği açısından büyük bir öneme haiz olduğunu kendisine İdris-i Bitlisi hatırlatmıştır. Şah İsmail, daî denilen propagandacıları görevlendirip Anadolu’ya göndermek süretiyle Anadolu insanını Şiileştirme çalışmaları yürütmüş ve bu faaliyetler yüzünden Anadolu’da sağlanan bütünlük parçalanma tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştı. İdris-i Bitlisi, padişaha yaptığı uyarılarla Doğu meselesinin öne alınmasında başrol oynamıştır. Bütün Müslümanların tek bir İslam devleti altında birleşmesi gerektiğini söyleyen Yavuz Sultan Selim’de, İslam birliğini kurma fikrinin oluşmasında İdris-i Bitlisi’nin telkinleri büyük rol oynamıştır. 1514 yılında Çaldıran Savaşı’nda Yavuz Sultan Selim önderliğindeki Osmanlı’nın Şah İsmail liderliğindeki Safevileri mağlup etmesiyle Anadolu’daki Şia faaliyetleri sona ermiş ve Anadolu insanı rahat bir nefes almıştır.
 
İdris-i Bitlisi’nin, Yavuz Sultan Selim Han’ın emriyle yürüttüğü bölgedeki çalışmaları tam bir başarıyla sonuçlandı. İdris-i Bitlisi; Mardin, Urfa, Bitlis, Diyarbekir, Sason, Hizan, İmadiyye gibi birçok bölgeyi dolaşarak, o yer beylerinin Osmanlı’ya itaatlerini sağladı. Hasankeyf ve Siirt, Eyyubî sülalesinden İkinci Halil, Bitlis Emiri Şeref Han, Hizan Emiri Davut Bey, İmadiye Hâkimi Emir Seyfeddin gibi önemli şahsiyetler dâhil olmak üzere yirmi beş emir bir toplantı yaparak Osmanlı tabiyetini kabul etti. Bölgedeki Kürt beyleri Yavuz’a hitaben kaleme aldıkları mektuplarında “Can-ü gönülden İslam Sultanına biat eyledik…” demekteydiler. Bitlisî’nin Kürt beyleriyle anlaşarak onları Osmanlıların yanına çekmesi, böylelikle bu bölgenin savaş yapılmadan Osmanlı egemenliğine girmesi, onun bölgede sevilen sayılan bir şahsiyet olduğunun ve siyasi dehasının apaçık göstergesidir. Yavuz Sultan Selim, Kürt aşiretlerini ve bölge halkını iyi tanıyan İdris-i Bitlisi’ye o kadar güveniyordu ki, kendisine tuğralı fermanlar veriyor içeriğini istediğin gibi doldurabilirsin diyordu.
 
1511’de Şahkulu isyanının çıkması sonucu Mekke’ye giden İdris-i Bitlisi, Yavuz Sultan Selim’in padişah olması üzerine tekrar İstanbul’a gelmiştir. Yavuz’un uyguladığı doğu politikasında da etkili rol üstlenen İdris-i Bitlisi Anadolu’daki halkların kaynaşması ve birleşmesi yönünde gayretli çalışmalarda bulunmuştur. İdris-i Bitlisi Diyarbakır merkezli Acem ve Arap kazaskerliği görevlerini ifâ etmiş, şiir ve hat yazısı ile de uğraşan çok yönlü bir devlet adamı ve âlimdi.
 

Kutlu Müderris Kutlu Beldede Ebedi İstirahatgahında….

Ömrünün son demlerini Yavuz Sultan Selim’in kendisine tahsis ettiği Eyüb Sultan’daki kendi ismiyle müsemma olan İdris Köşkü tepesindeki evinde ilmi eserler neşrederek geçiren İdris-i Bitlisi 12 Kasım 1520 tarihinde âhiret yurduna göçmüştür.  Mezarı İdris Köşkü caddesi ile Gümüşsuyu Caddesi arasında bulunan zevcesi Zeynep Hatun tarafından yaptırılan Caminin karşısında, Kerimağa Sokağı girişindedir. İdris-i Bitlisî’nin sütun mezar taşındaki kitabede: “Kutbü’l arifin, (Ariflerin kutbu) merhum ve mağfur İdris Efendi ruhu içün el-fatiha” yazmaktadır.

Pierre Loti Tepesi’nin orijinal ismi İdris Köşkü Tepesi’dir…

İslam tarihinde önemli bir yeri bulunan Eyüb Sultan Hazretlerinin medfun bulunduğu beldede mezarların arasından geçip tepe noktaya ulaştığımız bölgeye tarihi kaynaklarda İdris Köşkü Tepesi denilmekteydi. 19. yüzyıla kadar o bölgede ‘Rabia Kadın Kahvehanesi’ olarak bilinen kahvehanenin adı Cumhuriyet döneminde “Pierre Loti Kahvehanesi” olmuş sonrasında ise İDRİS KÖŞKÜ TEPESİ adı değiştirilmiştir. Günümüzde Pierre Loti’nin ismini alan kahvehane ve civarı artık, halk içerisinde “Pierre Loti Tepesi” olarak tanınmaya başladı. Bu durum karşısında dünyaca ünlü tarihçimiz Prof. Dr. Halil İnalcık “Tarihimiz şuursuzca tahrip ediliyor. Tepeye Pierre Loti diye çapkın bir Fransız subayın adını veriyoruz. Bu da başka bir bilinçsizlik, hafiflik… “ ifadeleriyle adeta bu duruma isyan etmektedir.

Ne hazindir ki şehrimizin en mutena semtinde koskoca bir tepeye adını verdiğimiz bu zatın kim olduğunu araştırıp soruşturmadığımız gibi kitaplarını da okumadığımız için, ne tür bir ahlak fukarası olduğunu çok geç fark ediyoruz. Nazım Hikmet’in bile aleyhinde şiirler yazdığı, zamanının yazarları tarafından romanlarında yer alan güya Türk ve Müslüman tipler ve Müslüman Türk kadınları aleyhinde karaladığı yakışıksız ifadeler sebebiyle yerilmiş bu kişinin adı, nasıl bir saflıkla, tarihimizin en seçkin simalarının medfun bulunduğu bir kabristanın tepesine kurulabilmiştir? Edeben orada bir kahvehane bulunması bile yeterince büyük bir hata iken, o bölgeyi Pierre Loti ismi ile bütünleştirilerek, bir nevi temsil ettiği her türlü gayr-i ahlaki özelliği de bu seçkin muhite taşıyarak ecdada, orada medfun mümtaz zevata, özellikle Peygamberimizin mihmandarı Eyüb Sultan Hazretlerine büyük bir hürmetsizlik etmiş olmuyor muyuz? İsteyen istediği kahvehaneye istediği kişinin adını verebilir. Ancak, bir Allah dostunun semtinde, adı ile birlikte anılması mahzurlu Pierre Loti’nin adı, Eyüb Sultan semtinde bir tepede yer almamalıdır.

KAYNAK: İbrahim AKKURT
http://www.istanbultarih.com/makale/kutlu-muderris-idris-i-bitlisi-ve-tepesi.html