Alışkanlık hâline gelmiş olan münkerlerin bazılarına işaret edeceğiz ki işaret ettiğimiz münkerlerle benzerleri de bilinsin. Çünkü bütün münkerleri sayıp izah etmek imkânsızdır.

Mescidlerde İşlenen Münkerler

Münkerler, mekruh ve mahzurlu diye iki kısma ayrılır. Biz bir şeye 'bu mekruh bir münkerdir' dediğimiz zaman bil ki, onu yapmamak müstehabdır ve ona karşı susmak mekruhtur. Fakat haram değildir. Ancak o münkeri yapan kişi onun mekruh olduğunu bilmediği zaman, ikaz etmeyen bir kimse haram işlemiş olur. Çünkü bu durumda onun yaptığının mekruh olduğunu kendisine bildirmek farzdır. Çünkü kerahet, şer'an öyle bir hükümdür ki onu bilmeyene tebliğ edilmesi farzdır.

Biz nerede 'mahzurlu münkerdir' veya mutlak mânâda 'münkerdir' dersek, o münkerden 'mahzurlu münker'i kastederiz. Bu bakımdan kudretli olmakla beraber, bu münkere karşı susmak mahzurludur. O halde, mescidlerde çokça görülen münkerlerden bazısı rükû ve secdede itminan ve tadili erkânı terketmek sûretiyle kötü bir şekilde namaz kılmaktır. Böyle yapmak münkerdir ve hadîsin nassıyla namazı iptal eder. Bu bakımdan bu münkeri yasaklamak, işleyeni ikaz etmek farzdır. Ancak böyle bir münkerin namazın sıhhatli olmasına mâni olmadığına inanan ve Hanefî olan bir kimsenin bu hususta ikaz edilmesi farz değildir. Çünkü inancı ve mezhebi böyle olan bir Müslüman’a yasak fayda vermez.

Namazında kötü hareket eden bir kimseyi görüp susan bir kimse onun ortağı olur. Çünkü eserde böyle gelmiştir. Haber de buna delalet eder. Zira gıybet hakkında varid olmuştur ki, gıybeti dinleyen, gıybet edenin ortağıdır. O halde, namazın sıhhatli olmasında menfi tesir yapan şeyi, elbisede görülen pisliği veya karanlık veyahut da körlük sebebiyle kıbleden dönen bir kimseyi görüp ikaz etmemek de böyledir ve bütün bunlarda uyarmak farzdır.

Mescidlerde görülen münkerlerden biri de Kur'an'ı hatalı okumaktır. Bunu yasaklamak farzdır. Doğru okumayı telkin etmek de farzdır. Eğer camide îtikafa giren bir kimse vakitlerinin çoğunu böyle şeylerde zayi ediyorsa ve bunlar kendisini nafile namaz kılmak ve zikretmekten meşgul ediyorsa, böyle şeyleri düzeltmekle meşgul olmalıdır. Çünkü böyle şeyleri düzeltmek, zikir yapmasından ve nafile ibâdetler yapmasından daha üstündür. Çünkü bu münkerleri uyarmak sûretiyle kaldırmak farzdır.

Allah'a yaklaştırıcı bu hareket öyle bir harekettir ki, faydası sadece yapana değil başkasına da dokunur. Bu bakımdan faydası sadece yapana olan nafileden daha üstündür. Eğer bu münkerleri düzeltmekle meşgul olmak, kendisini arzuhâl yazmaktan ve nafakası olan çalışmaktan alıkoyuyorsa durumuna bakılır; eğer çalışmadığı takdirde yeterli miktarda malı varsa, bu münkerleri kaldırmakla meşgul olması gerekir. Fazla mal kazanmak için uyarıcılık vazifesini terk etmesi caiz değildir. Eğer günlük nafakası için çalışmaya muhtaç ise, böyle bir ihtiyaç uyarıcılığı bırakmakta yeterli bir özürdür. Bu bakımdan aciz olduğundan dolayı uyarıcılığın farziyeti kendisinden düşer.

Kur'an okurken fazla hata yapan bir kimse eğer öğrenmeye muktedirse, öğrenmeden önce, Kur'an'ı okumaktan menedilir. Zira hata ile Kur'an okuduğu için günahkâr olur. Eğer dili bir türlü dönmüyorsa durumuna bakılır. Okuduğunun çoğu yanlış ise, o zaman Kur'an okumayı terk etmeli sadece Fatiha'yı öğrenmek ve tashih etmek için çalışmalıdır. Eğer okuduğu Kur'an'ın çoğu doğru ise, fakat bir türlü hepsini doğru şekilde okumaya gücü yetmiyorsa, bu takdirde Kur'an okumasında sakınca yoktur. Fakat sesini alçaltıp başkasına duyurmamak sûretiyle okumaya devam etmelidir. Böyle okuyan bir kimse için (gizli okusa dahi) okumaktan menedilmelidir diyenler de vardır. Fakat gizli okuması, ancak kuvvet ve kudretinin sonu olduğu için kabul edilen bir yoldur. Bununla beraber Kur'an'a bir sevgisi ve Kur'an okumaya büyük bir hevesi varsa, bu takdirde Kur'an okumasında ben sakınca görmemekteyim. Allah hakikati herkesten daha iyi bilir.

Camilerde işlenen münkerlerden biri de müezzinlerin aynı ezanı nöbetleşe okumaları, ezanın kelimelerini uzatmaları, 'Hayya alessalah' ve 'Hayye alelfelâh' da bütün göğüslerini kıble tarafından çevirmeleri veya her biri bir ezan okurken, öbürünün ezanı bitinceye kadar durmaksızın devam etmeleridir. Öyle ki, sesleri karıştığı için hazır bulunanların ezana verecekleri cevapta şaşırmalarına yol açmaktadır. Bu bakımdan bu hareketlerin tamamı mekruh münkerlerdir. Bu mekruh münkerleri tarif etmek farzdır.

Eğer bunu yapan müezzinler bilerek böyle hareket ediyorlarsa, onları böyle yapmaktan menetmek ve burada uyarıcılık yapmak müstehabdır. Eğer mescidin tek müezzini varsa, bu müezzin sabah namazından önce ezan okuyorsa, sabah olduktan sonra ezan okumaktan menedilmesi de böyledir. Çünkü bu şekilde iki ezan okumak, halk için namaz ve orucu karıştırmalarına sebep olur. Ancak, bu camide sabah namazından önce ezan okunduğu biliniyorsa durum değişir... Ta ki, namaz ve sahuru terk etmek hususunda, sabahtan önce okunan ezana güvenilmesin veya mescidin müezziniyle beraber sesi belli olan ve sadece sabahları ezan okuyan başka bir müezzin varsa, bu takdirde sabah olduktan sonra ezan okunmasında sakınca yoktur.

Yine mekruhlardan biri de, fecirden sonra bir camide, arka arkaya ve aralıkları az olan çeşitli vakitlerde ya bir kişinin veya bir cemaatin fecir doğduktan sonra birkaç ezan okumalarıdır. Çünkü bu kadar ezan okumakta hiçbir fayda yoktur. Zira camide uyuyan hiç kimse kalmamıştır. Ses de mescidin dışına çıkıp başkasını uyandıracak değildir.(33)

Bu bakımdan bütün bunlar, sahabenin ve selefi salihînin uygulamalarına ters düşen mekruhlardır.

O mekruhlardan biri de cami hatibinin çoğu ipekliden olan siyah bir elbise giymesidir veya altın ile süslenmiş bir elbise giymesidir. İpeksiz ve sadece siyah olan elbiseyi giymek ise mekruh değildir. Ancak sevilen bir şey de değildir. Zira Allah'ın nezdinde elbiselerin en sevimlisi beyaz olanıdır. 'Siyah elbise giymek mekruh ve bid'attır' diyen bir kimse şunu kastediyor: Birinci asırda siyah elbise giymek bilinmiyordu. Fakat siyah elbise hakkında bir yasak da gelmemiştir. Bu bakımdan siyah elbiseye bid'at ve mekruh demek uygun değildir. Ancak siyah giymek, en sevimli olanı terk etmek demektir.

O münkerlerden biri de konuşmalarını hid'atlarla karıştıran, va'z ve kıssalar nakleden hikâyecilerin konuşmalarıdır. Kıssa ve hikâye anlatan bir kimse, eğer haberlerinde yalan söylüyorsa, fasık bir kimsedir. Onu uyarmak farz olur. Bid'atçı bir vâiz de böyledir. Onu bu tür va'zdan menetmek farzdır. Böyle bir vâizin va'zına gitmek caiz değildir. Ancak uyarmak ve kendisine itiraz etmek için va'zına gidilebilir. Eğer gidenin kudreti varsa, vâizin dine muhalif bid'atlarını bütün cemaate söylemelidir. Eğer kudreti yoksa etrafındaki birkaç kişiye söylemelidir. Eğer uyarmaya kudreti yoksa gidip vâizin bid'atlarını dinlemesi caiz değildir.

Nitekim Allah Teâlâ Hz. Peygambere şöyle hitap ediyor:
Ayetlerimiz hakkında alay yollu söz edenleri gördüğün zaman kendilerinden yüz çevir. Yanlarında oturma. Ta ki Kur'an'dan başka bir söze dalıncaya kadar.(En'am/68)

Eğer vâizin konuşması cemaati günaha teşvik etmeye meyilli ise, halk onun konuşmalarıyla günah hususunda daha fazla cüretkâr oluyorsa, onun konuşmalarından Allah'ın af ve rahmetine yapışıp bundan dolayı ümitleri korkularından fazla oluyorsa, bu konuşma münkerdir ve vâizi bu tür konuşmadan menetmek farzdır. Çünkü bu tür konuşmanın fesadı çok büyüktür. Aksine vâizin va'zından dolayı cemaatin korku tarafı ümit tarafına galip gelirse, bu daha uygundur ve halkın tabiatlarına daha yakındır. Çünkü halk, ümitten çok korkuya daha muhtaçtır. Adalet, korku ile ümidi eşit tutmakla olur. Nitekim Hz. Ömer şöyle demiştir: ''Eğer kıyamet gününde bir tellal 'Bütün insanlar (bir kişi müstesna) cehenneme girsin' diye bağırsa, o kişinin ben olacağımı düşünürüm. Eğer bir tellal 'Bütün insanlar (bir kişi müstesna) cennete girsin' dese, o kişinin ben olacağımı ümit ederim'.”

Vâiz, elbisesiyle kadınlar için süslenmişse, heybetiyle onlara gösteriş yapıyorsa, va'zında fazla şiir, işaret ve hareketler yapıyorsa, aynı zamanda meclisine kadınlar da gelmişse, bu münkeri menetmek farzdır. Çünkü burada fesad, ıslahtan çok fazladır. Vâizin böyle yapması hallerindeki karîneleriyle açığa çıkar ve bilinir. Hatta zahirinde takva, heybetinde ve giyinişinde sükûnet ve vakar, giyimi salih kimselerin giyimi olan bir kimseye vâizlik vazifesinin teslim edilmesi gerekir. Eğer vâizin durumu böyle değilse, halk onun va'zıyla irşad olunmak bakımından değil, daha da fazla dalâlet bakımından gelişir.

Va'z meclisinde erkek ve kadınların bakışmalarını önleyici bir perdeyi iki sınıfın arasına germek farzdır. Çünkü bakışmalarında da fenalık söz konusudur. Âdetler bu münkerlerin olduğuna şahitlik ederler.

Kadınları (eğer fitnelerinden korkulursa) namazlara ve zikir meclislerine gitmekten menetmek farzdır. Çünkü Aişe validemiz kadınları böyle şeylerden menetmiştir. Hz. Aişe'ye denildi ki: 'Hz. Peygamber! Kadınları cemaatten menetmemişti. Sen nasıl menedersin?' Cevap olarak şöyle demiştir: 'Eğer Hz. Peygamber onların kendisinden sonra icat ettiklerini bilseydi muhakkak onları menederdi'. Örtülü olduğu halde kadının mescidden geçmesi ise menedilmez. Ancak kadın örtülü olsa dahi mescidi yol edinmemesi onun için daha evladır.

Vâizin va'zından önce, huzurunda kıraati uzatmak ve Kur'an nazmını bozacak şekilde hata yapmakla beraber Kur'an okuyup tenzilin Allah tarafından çizilen hududunu geçmek münker ve şiddetle mekruhtur. Seleften bir cemaat böyle yapmayı münker görmüştür.

O münkerlerden biri de, ilaçlar, yiyecek maddeleri, muska satışı için cuma günü toplanmaktır. Safların arasında veya cami kapılarında dilenmek, bu maksatla Kur'an okumak, şiir söylemek ve benzerlerini yapmak da böyledir. Bu hareketlerin bir kısmı haramdır. Çünkü şaşırtıcı ve yanıltıcıdırlar. Tıpkı doktorluk taslayan yalancılar, gözbağcılık ve canbazlık yapanlar gibi... Muskacılar da, çoğu zaman böyledir. Muskacılar çocukları, çiftçileri ve saf köylüleri çeşitli el çabukluklarıyla kandırarak kötü emellerine ulaşırlar. Bütün bunları yapmak camide de, cami dışında da haramdır. Bunları menetmek farzdır. Hatta yalanın, aldatmanın ve malın kusurlarının müşteriden saklandığı her alışveriş haramdır.

O hareketlerden bir kısmı vardır ki mescidin dışında mübahtır. Terzilik yapmak, ilaç, kitap ve yemek satmak gibi... Bunlar camide de yapılırsa haram değildirler, ancak arızî bir sebepden haram olurlar. Namaz kılanların yerini daraltırsa ve namazlarının şüpheye düşmesine ve karışmasına sebebiyet verirse, haram olur. Eğer böyle bir durum söz konusu değilse camide bunları yapmak haram değildir. Fakat her halükârda yapmamak daha evladır. Fakat camide bunların yapılmasının mübah olmasının şartı, arada sırada ve belli günlerde olmasıdır. Eğer kişi daimi bir şekilde mescidi dükkân edinirse, böyle yapması haramdır ve bundan menedilir. Çünkü mübahların bir kısmı vardır ki, ancak azlık şartıyla mübah olur. Eğer çoğalırsa, küçük günaha dönüşür. Nitekim günahlardan bir kısmı vardır ki, ısrar etmemek şartıyla küçük günah sayılır. Eğer bu tür günahın azı için kapı açılırsa, çoğa doğru sürükleyip götürmesinden korkuluyorsa, böyle bir günah menedilmelidir. Fakat bu menetme vazifesi valiye veya vali tarafından camilerin idaresine bakan memura düşer ve onlar tarafından yapılmalıdır. Çünkü bu, ictihad ile idrak edilemez ve aynı zamanda çoğalacak korkusuyla, esasında mübah olan bir şeyi menetmek fertlerin yetkisi dâhilinde değildir.

Münkerlerden biri de deliler, çocuklar ve sarhoşların camiye girmesidir. Çocuk oynamadığı takdirde camiye girmesinde sakınca yoktur ve camide oynamak çocuk için haram da değildir. Çocuğun oyununa göz yummak da haram değildir. Ancak çocuk mescidi oyun yeri edinir ve bunu âdet yaparsa, o zaman çocuğu menetmek farz olur. İşte böyle bir hareket azı helâl, fakat çoğu helâl olmayan hareketlerdendir. Böyle bir hareketin az olan kısmının helâl olmasının delili, Müslim ve Buhârî'de rivayet edilen hadîstir.

Hz. Peygamber (s.a), Hz. Âişe'nin, camide bayram günü mızrak ve kılıçlarla oynayan Habeşlilere bakması için beklemiştir. Şüphe yok ki, eğer bu Habeşîler, camiyi daimi bir oyun yeri edinseydiler, böyle bir hareketten menedilirlerdi. Fakat camide oynamaları nadir ve az olduğundan dolayı onların bu hareketleri münker görülmedi. Hatta Hz. Peygamber bu hareketlerine baktı. Hatta Hz. Aişe'nin onları görüp kalbi hoş olsun diye, Hz. Peygamber onların oyun oynamasını emretti; zira onlara dedi ki: 'Ey Benî Erfide! İşinize devam ediniz!' Nitekim biz bunu Semâ bölümünde de nakletmiştik.’

Delilere gelince; mescidi pisletmelerinden, küfretmelerinden, fahiş bir şey konuşmalarından veya avretlerini ve benzerini göstermeleri gibi münker olan bir şeyi yapmalarından korkulmazsa camiye girebilirler. Tecrübeyle durgunluğu ve sessizliği bilinen sakin bir deli ise, onu camiden çıkarmak farz olmaz. Sarhoş da, deli gibidir. Eğer sarhoşun istifra etmesinden veya diliyle başkasına eziyet vereceğinden korkulursa, onu camiden çıkarmak farz olur. Eğer aklı karışmış bulunuyorsa, kendisinden endişe ediliyorsa, yine çıkarılması farz olur. Eğer içmiş, fakat sarhoş olmamış, ama ağzından koku geliyorsa, böyle yapması şiddetle mekruh olan bir münkerdir. Nasıl şiddetle mekruh olan bir münker olmasın? Zira Hz. Peygamber (çiğ) sarmısak ve soğan yiyen bir kimseyi bile camilere gelmekten menetmiştir.(34) Fakat Hz. Peygamber'in bu yasaklayışı kerahet üzerine hamledilir. İçki hakkında emir daha şiddetlidir.

Soru: Sarhoşun dövülmesi ve içkiden uzak durması için camiden çıkarılması uygun değil midir?
Cevap: Hayır, uygun değildir. Aksine camide oturmaya alıştırılması ve burada oturmaya davet edilmesi, eğer hali hazırda akıllı ise, içkiyi terk etmesini emretmek daha uygundur. İçki içmekten vazgeçsin diye dövülmesi ise fertlerin vazifesi değildir. Aksine bu idarecilere ait bir vazifedir. Bu da ancak 'içki içtim' diye ikrarda bulunursa veya iki şahid içki içtiğine dair şahidlik yaparlarsa olur. Sadece 'ağzından koku geliyor' diye dövülemez. Eğer halkın arasında sendeleye sendeleye yürüyorsa ve sarhoş olduğu biliniyorsa camide ve caminin dışında, sarhoşluğunu göstermemesi için dövülmesi caizdir. Çünkü günahın eserini göstermek de günahtır. Günahları terk etmek ise farzdır. İşlendikten sonra da eserinin gizlenmesi farz olur. Eğer kişi durumunu gizler, yapmış olduğu günahın eserlerini kapatırsa; araştırıp çıkarmak caiz değildir. Koku bazen içki içmeden sadece içki içilen bir yerde oturmaktan veya içkiyi yutmadan ağzına almaktan da ileri gelebilir. Bu bakımdan kokuya güvenmek uygun değildir. Ona binaen hüküm verilemez.

33)Müellifin zamanında yolcular ve dervişler, misafirhaneler ve imarethanelerin bulunmadığı bir beldede camilerde yatarlardı. Orada yatanlardan her kalkan caminin içinde ezan okurdu. Nitekim bugün dahi Ortadoğu'nun bazı bölgelerinde bu âdet devam etmektedir. Eğer imkan varsa camide uyumamak daha iyidir.
34)Buhârî, Müslim

Çarşılarda Görülen Münkerler

Çarşılarda görülmesi âdet olan münkerlerden biri, satışında yalan söylemek ve satılan malın ayıbını gizlemektir. Bu bakımdan herhangi bir kimse 'Ben şu malı, mesela on liraya satın aldım. Ondan bu kadar kâr ediyorum' dese ve yalan söylüyorsa, bu kimse fasıktır. Onun yalan söylediğini bilen bir Müslüman yalanını müşteriye söylemelidir. Eğer yalan olduğunu bilen, satıcının kalbini gözeterek susarsa, hıyanette ortağı olur ve sustuğundan dolayı günahkâr sayılır. Yine kişi satılan malın ayıbını bildiği zaman müşteriye söylemesi gerekir. Eğer söylemezse, Müslüman kardeşinin malının zayi olmasına razı olmuş olur. Bu şekilde razı olmak ise haramdır. Metrede, ölçek ve terazide değişiklik yapmak da böyledir. Bu bakımdan bu aletlerde hile yapıldığını bilen bir kimseye bizzat mâni olmak veya mâni olmak için idarecilere haber vermek farzdır.

Çarşılarda yapılan münkerlerden biri de alışverişte icab ve kabul'ün, yani 'sattım ve satın aldım' ibarelerinin terk edilip sadece kelimesiz ve âdete göre alışveriş yapmaktır. Fakat 'bunun caiz olup olmaması' ictihad konusudur. Bu bakımdan 'icab ve kabul'ün farziyetine inanan bir kimseye, bunu terk ettiği takdirde itiraz edilebilir. Halk arasında âdet edinilmiş kötü şartlarda da uyarıcılık yapmak farzdır. Çünkü bu bozuk şartlar alışverişi bozar. Faizli maddelerde olduğu gibi, diğer bozuk tasarruflarda da hüküm böyledir.

Çarşıların münkerlerinden biri de oyun aletlerinin alışverişidir. Bayram günlerinde çocuklar için yapılmış hayvan şekillerini satmak ve almak böyledir. Çünkü bunları kırmak farzdır. Oyun âletlerinin alışverişini yasaklamak gibi bunlar da yasaklanmalıdır. Altın ve gümüşten yapılmış kapların alışverişi de böyledir. İpekli ve altından yapılmış fesler ve ipekli elbiselerin alışverişi de böyledir. Bunlardan gayem sadece erkeklere mahsus olanlardır veya memleketin âdetine binaen bilinir ki, erkeklerden başkaları bunları giymez. Bütün bunlar mahzurlu münkerlerdir. Eskimiş ve tamir görmüş buna rağmen halkı kandırarak 'yenidir' diye satılan elbiselerin alışverişini âdet edinen bir kimseyi menetmek gerekir. Çünkü böyle yapmak haramdır ve böyle yapana 'dur' demek de farzdır. Elbiselerin yırtıklarını gizlice yamamak ve müşterileri kandırıcı şekillerde yapmak da böyledir. Kısacası müşterilerin kandırılmasına sebep olan alışverişlerin bütün çeşitleri böyledir. Bunları teker teker saymak uzadıkça uzar. Bu bakımdan zikretmediklerimiz, zikrettiklerimizle kıyas edilsin.

Yollarda Görülen Münkerler

Halk için yapılan ve âdet edinilen münkerlerden biri yollara koca koca direkler koymak, şahısların mülkleri olan binalara bitişik şekiller inşa etmek, ağaçlar dikmek, balkon ve pencereler açmak, geçide doğru uzatılmış ağaçları koymak, hububat ve yiyecek maddelerinden ibaret olan yüklerini yollarda bırakmaktır. Bütün bunlar yolların daralmasına ve yolcuların zarar görmelerine sebep olan, münkerlerdir. Eğer zarar söz konusu değilse ve yol da genişse bunları yapmak yasaklanmaz.

Evet! Odun ve yemek yüklerini evlere taşınıncaya kadar yollarda bırakmak caizdir. Çünkü yollar bütün insanların müşterek ihtiyaçları için yapılmıştır ve böyle bir şeyi yollara bırakmayı menetmek mümkün değildir. Hayvanları yolun üzerinde bağlayıp gelip geçenleri pisletecek ve yolu daraltacak şekilde bırakmak da münkerdir, yasaklanması gerekir. Ancak binekten inip ikinci bir defa bininceye kadar hayvanlar yollarda durdurulabilir. Hayvanların bu kadarcık durmasına müsaade etmek ise, yolların müşterek olmasından ileri gelmektedir. Herkes ancak ihtiyacı kadar yoldan istifade eder ve yolu işgal edebilir. Burada gözetilen ihtiyaç, âdet bakımından çarşıların açılmasına sebep olan ihtiyaçlardır. Çarşı ve yol ile ilgisi olmayan ihtiyaçlar değildir.

Yolun münkerlerinden biri de sırtında dikenli yükler olduğu halde hayvanları yola sürmektir. Öyle ki, gelip gidenlerin elbiselerini yırtar. Eğer bu dikenleri sıkıştırmak ve yükün içerisine doğru kıvırıp başkasının elbisesini yırtmayacak bir hâle getirmek mümkünse, böyle yapmadığı takdirde münker olur. Eğer yoldan daha geniş bir yerden gitmesi mümkün olduğu halde hayvanları oradan geçirmeyip yoldan geçirirse, münker olup menedilmesi gerekir. Eğer böyle bir imkândan mahrumsa, yoldan geçmesine mâni olunamaz. Çünkü şehirlilerin buna şiddetle ihtiyacı vardır. Evet, böyle bir yük ancak içeri taşınabilecek bir zaman kadar yolun üzerinde bırakılabilir. Hayvanların taşımaya güç yetiremediği yükleri, onlara yüklemek de münkerdir. (İdareciler tarafından) hayvan sahipleri böyle yapmaktan menedilmelidirler.

Kasap dükkanının önünde yolun içinde hayvan kesilmesi de böyledir.... Çünkü yol, kesilen hayvanın kanıyla pislenir. Kasabın böyle yapması münkerdir ve yasaklanmalıdır. Kasabın yapması gereken, dükkânında bir mezbaha edinmektir. Çünkü yolda hayvan kesmek, yolu daraltmakta ve gelip geçenlere sıçrayan pislikten dolayı zarar vermektedir. Bir de tabiatlar pislikten istikrah ederler. Bu yönden de böyle bir harekete mâni olunmalıdır.

Süprüntüleri yol kenarlarına atmak, karpuz ve kavun kabuklarını dağıtmak veya yolcuların kaymasına sebep olacak şekilde su dökmek münkerlerdendir. Dar yola doğru açılan oluklardan gelen sular da böyledir. Çünkü bu su elbiseleri kirletir veya yolu daraltır. Bu bakımdan geniş yollarda o akan sudan korunmak imkânı olduğu için, oluk açmak mahzurlu değildir. Yağmur suyu, kar ve çamurlar yollarda süpürülmeden bırakılırsa, bu da münkerdir. Ancak bu münkerden sorumlu olan belli bir şahıs değil, aksine bütün halktır. Ancak bir kişi tarafından yolun üzerine atılan kar veya belli bir oluktan yolun üzerine akan su dolayısıyla halk sorumlu olmaz... Bu takdirde bunun özel sahibi onu yoldan süpürüp atmakla mükelleftir. Eğer yolda biriken su ve çamurlar yağmurdan geliyorsa, bu umumi bir uyarı olur demektir. İdarecilere bütün halkı bu tür münkerlerden sorumlu tutmak gerekir. Bu tür uyarmayı fertler ancak nasihat sûretiyle yapabilirler. Kişinin kapısında ısırıcı bir köpeği olup gelip geçenlere eziyet veriyorsa, o kişiyi böyle bir köpeği beslemekten menetmek farzdır. Eğer köpeği sadece yolu pisletmek sûretiyle yolculara eziyet veriyorsa, yol geniş olduğu için herkes o pislikten sakınma imkanına sahipse, bu takdirde köpeği beslemekten menedilmez. Eğer köpek el ve ayaklarını yola uzatmak sûretiyle yolu daraltıyorsa, sahibinin uyarılması gerekir. Bırak köpeği eğer yol darsa, köpeğin sahibi bile yolun üzerinde uyuyamaz ve oturamaz. Bu bakımdan eğer köpeği böyle yaparsa, elbette uyarılması gerekir.

Hamamlarda Görülen Münkerler

O münkerlerden biri, hamamların kapısında veya içinde bulunan şekillerdir. Bu şekilleri kaldırmak, her hamama girene (eğer gücü yetiyorsa) farzdır. Eğer şeklin bulunduğu yer, girenin eli yetişmeyecek kadar yüksekte ise, zaruret olmadıkça böyle bir hamama gitmemelidir. Çünkü dinen yasaklanan bir şeyi görmek caiz değildir. Hamamlarda bulunan şekillerin yüzlerini kapatmak veya sûretlerini iptal etmek sûretiyle vazifesini yaparsa kâfidir. Hamamların duvarlarında bulunan ağaç resimleri, canlılar hariç diğer nakışlar hamama gitmeye mâni değildir.

O münkerlerden biri de avret yerlerinin açılması ve o yerlere bakmaktır. Kesecinin, keselenenin apışlarını açıp keselemesi de münkerdir. Göbeğin altından diz kapağına kadar olan yerlerin kirlerini gidermek için keselettirmek de böyledir. Hatta peştemalı kaldırmaksızın keseci, elini peştamalın altına koyup keselese, yine mahzurlu sayılır. Çünkü başka bir kimsenin avret yerine dokunmak da bakmak gibi haramdır.

O münkerlerden biri de, kesecinin önünde baldırlarını ve kuyruk sokumunu ovalatmak için yüzükoyun yatmaktır. Böyle yapmak, üzeri örtülü olduğu takdirde mekruhtur. Fakat şehvetin harekete gelmesinden korkulmadığı takdirde mahzurlu olmaz. Zimmî olan hacamatçıya avretini göstermek de münker sayılmıştır. Çünkü Müslüman kadın için hamamlarda zimmî bir kadına bedenini açıp göstermesi caiz değildir. Bu nedenle Müslüman kadının, zimmî erkeklere avretini göstermesi nasıl caiz olabilir?

Hamamın münkerlerinden biri de pis olan el ve tasları az olan sulara daldırmaktır. Suyu az olduğu halde kurnada pis olan peştemal ve taşı yıkamaktır. Çünkü böyle yapmak, Mâlikî mezhebi hariç, diğer mezheplere göre suyu pis eder. Madem ki Mâlikî mezhebine göre pis yapmıyor, bu bakımdan Mâlikî olan bir zat böyle yaparsa, onu menetmek caiz olmaz. Fakat bir Hanefî ve Şafiî yaparsa derhal menedilir. Eğer Şâfiî bir kimse ile Mâlikî bir kimse hamamda bir araya gelseler, Şâfiî olan kimse, Mâlikî zata 'Pis olan elini veya tasını kurnaya daldırma' diyemez. Ancak yumuşaklık ve rica yoluyla müdahale ederek şöyle diyebilir: 'Kardeşim! Biz Şafiîler, önce elimizi dışarıda yıkamak, sonra suya sokmak mecburiyetindeyiz. Sen Mâlikî mezhebinden olduğun için, böyle bir şeye mecbur değilsin. Fakat bana eziyet vermek ve benim temizlenmemi zorlaştırmak sûretiyle hareket etmeye de mecbur değilsin veya buna benzer tatlı konuşmalarla uyarmalıdır. Çünkü ictihad sahasına giren bir hususta cebren uyarıcılık caiz değildir.

Hamamın münkerlerinden biri de hamam odalarının girişinde ve su akışlarında kaygan ve düz taşların olmasıdır. Zira insanlar dalgınlıkla bunların üzerinde kayıp düşerler. Hamamda böyle taşların bulunması da münkerdir. Onları kaldırmak, söküp atmak farzdır. Eğer hamamcı bunu ihmal ederse azarlanmalıdır. Çünkü bunlar insanı düşürmek sûretiyle herhangi bir azanın kopmasına ve kırılmasına sebep olurlar. Hamam sahasında sabun ve benzeri kaygan maddeleri bırakmak da münker sayılır. Bunu yapan, hamamdan çıkıp giderse ve bunu da böyle bırakırsa, bir insan bundan dolayı kayar, azalarından birisi kırılırsa, aynı zamanda bu bırakılan sabun görülmesi ve sakınılması zor bir yerdeyse, bu takdirde düşenin zararının karşılanması, sabunu bırakan ile hamamcının arasında paylaştırılmalı mı yoksa birine mi ödetimeli bu tereddütlüdür. Çünkü hamamcının hakkı hamamı temizlemektir. Fakat meselede yön şudur: Eğer birinci günde bu hâdise cereyan etmişse sabunu ve kaygan maddeyi bu şekilde bırakana tazminat ödetmek gerekir. Eğer ikinci gün olmuşsa hamamcıya düşer. Çünkü âdet, her gün hamamın temizlenmesidir. Temizliğin ne zaman başladığı âdetlere müracaat edilmek sûretiyle tayin edilir. Bu bakımdan burada âdete itibar edilmelidir. Hamamda daha çok mekruh işler vardır. Biz bunları Taharet bölümünde zikretmiştik.

Ziyafetin Münkerleri

Ziyafetin münkerlerinden biri, erkekler için ipekli sergilerin serilmesidir. Bunları sermek haramdır. Altın ve gümüşten yapılmış buhurdanlıklarda buhur yapmak da böyledir. Baş kısımları gümüş veya tamamı gümüşten yapılmış kaplarda gül suyunu kullanmak veya su içirmek de böyledir.
Ziyafetin münkerlerinden biri de; üzerlerinde canlıların resmi olan perdelerdir. O münkerlerden biri de kadınların damlarda, içinde fitneye sapmasından korkulan gençler bulunan erkek grubuna bakmalarıdır. Bütün bunlar mahzurlu münkerlerdir. Bunları kaldırmak farzdır. Bu bakımdan bunları kaldırmaya gücü yetmeyen bir kimseye o ziyafet yerinden çıkıp gitmek lâzımdır ve orada oturması caiz değildir. O halde münkerleri kaldırmaya gücü yetmeyen bir kimsenin oturup onları seyretmesine ruhsat yoktur.

Yere serilmiş halılar üzerinde bulunan canlıların resimlerine gelince, bunlar münker değildir. Tabaklar ve çanaklar üzerine yapılan resimler de böyledir. Fakat canlılar şeklinde yapılmış kaplar müstesna... Bazen buhurdanlıkların başları kuş şeklinde olur. Bunları edinmek haramdır. Aksi takdirde şeklini bozacak kadar kırmak gerekir. Gümüşten yapılmış küçük sürmedanlığa gelince, bunun hakkında çeşitli görüşler vardır. İmam Hanbel, böyle bir sürmedanlığı gördüğü için bir ara gittiği ziyafeti terk etmiştir.

Yemekler haram olduğu veya oturulan yer gasp malı olduğu veya serilen sergiler ipekliden olduğu zaman böyle bir ziyafete gitmek münkerlerin en şiddetlisindendir. Eğer ziyafette sadece içki içmeyi âdet edinen bir kimse varsa, buraya gitmek caiz değildir. Zira içki meclislerinde hazır bulunmak helâl değildir. Eğer içkicinin içkisinden almamakla beraber gitse, yine helâl değildir. Fasık bir kimse, fasıklığını yaparken onun meclisinde bulunmak caiz değildir. Fasıklığı yaptıktan sonra onun meclisine gidilip gidilmeyeceği hususunda çeşitli görüşler vardır. Fasıklığını yaptıktan sonra kendisine buğzetmek veya kendisiyle konuşmamak farz mıdır, değil midir meselesini biz 'Allah için sevişmek ve Allah için buğzetmek' bahsinde zikretmiştik.

Eğer mecliste ipekli giyen veya altın yüzük takan birisi varsa, bu kimse fasıktır. Zaruret olmaksızın böyle bir kimse ile oturmak caiz değildir. Eğer ipekli elbise baliğ olmayan bir çocuğun sırtındaysa, çocuk da orada bulunuyorsa, bu takdirde o meclise gitmemek hususunda ihtilaf vardır. Doğru fetvaya göre bu çocuğun ipekli giymesi münkerdir. Sırtından ipekliyi çıkarmak farzdır. Fakat âkil olması şartıyla...
Çünkü Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:Bunların ikisi (ipekli ve altın) benim ümmetimin erkeklerine haramdır. (35)

Çocuğu içki içmekten menetmek farzsa, bu menediş mükellef olmasından dolayı değildir. Fakat içkiye alışmasın ve baliğ olduğu zaman içkisiz durmak kendisine zor olmasın diye menediliyorsa, öyle de âdet edindiği zaman ipekli ile süslenmenin zevkinden vazgeçmesi zor olacaktır ve böylece fesadın tohumu vicdanı daha körpe iken orada ekilmiş olacaktır. Bu tohumdan kökü kuvvetli ve baliğ olduktan sonra sökülmesi zor olan şehvet ağacı bitecektir!
İyiyi kötüden ayıramayan çocuğa gelince, onun için ipekliyi haram kılmanın mânâsı zayıftır ve ihtimalden uzak değildir. Bu hususta ilim ancak Allah nezdindedir. Deli bir kimse de iyiyi kötüden ayıramayan çocuk gibidir.

Kadınlar için, israfa kaçmaksızın, ipekli ve altın ile süslenmek helâldir. Küçücük kızın altın küpe takmak için kulağını delmekte ben şahsen ruhsat görmemekteyim. Çünkü böyle yapmak elem verici bir yara açmak demektir. Elem verici yara ise kısası gerektirir. Bu bakımdan ancak önemli bir ihtiyaçtan dolayı caiz olabilir. Kan aldırmak ve sünnet gibi... Küpelerle süslenmek ise önemli değildir. Hatta kulağa delik açmadan, halka biçiminde takmak, boğazlara kolye şeklinde takmak veya bileklere bilezik olarak takmak yeterlidir. Kulak delmek, her ne kadar mutad bir iş ise de yine haramdır. Ancak naklî deliller cephesinden bir ruhsat sabit olursa o zaman hüküm değişir. Oysa şu ana kadar bu hususta herhangi bir ruhsat bize ulaşmış değildir.

Ziyafetin münkerlerinden biri de, o ziyafette bid'atçı bir kimsenin bulunması ve bid'atı hakkında konuşup propaganda yapmasıdır. Bid'atçının delillerini çürütmeye kudreti olup sadece onu susturmak için gitmek azminde olan bir kimsenin oraya gitmesi caizdir. Eğer bid'atçıyla başa çıkamıyorsa o meclise gitmesi doğru değildir. Eğer bid'atçı, bid'atı hakkında konuşmuyorsa nefretini göstermek ve ondan yüz çevirmekle beraber o meclise gitmek caiz olur. Nitekim biz bu hususu 'Allah rızası için buğzetmek' bahsinde zikretmiştik.

Eğer mecliste hikâyeler ve latifelerin çeşitleriyle güldürücü biri var ise, bunun durumuna bakılır. Eğer bu kimse çirkin ve müstehcen konuşmak ve yalan söylemek sûretiyle güldürüyorsa, onun bulunduğu mecliste hazır bulunmak caiz değildir. Şayet orada hazır olursa, derhal onu uyarmak ve susturmak kendisine farz olur. Eğer güldürücü yalan atmaksızın ve müstehcen konuşmaksızın sadece mübah espriler yapmak sûretiyle güldürüyorsa, onun böyle yapması mübahtır. Yani azı mübahtır. Ama bu güldürmeyi âdet edinmesi ve kendisi için bir sanat haline getirmesi mübah değildir. Her yalan ki, yalan olduğunda gizlilik yoktur ve o yalanı söylemekle başkasını aldatmak veya başka bir işi örtbas etmek maksadı da güdülmemektedir, bu yalan münkerat kısmından sayılmaz. İnsanın mesela 'Bugün seni yüz defa aradım', 'Sana o konuşmayı bin defa tekrar ettim' gibi kesinlik ifade etmeyen, bunlara benzer konuşmalar gibi. Bu tür konuşma, insanın adalet sıfatına zarar getirmez. Böyle konuşan bir kimsenin şahitliği reddedilmez. Mühlikât bölümünde 'Dilin afetleri' kısmında mübah olan yalan ve espirilerin hududu zikredilecektir.

O âfetlerden biri de yemek ve bina hususunda israfa kaçmaktır. Bu israf münkerdir. Mal hususundaki israfta iki münker vardır. O münkerden biri malın zayi edilmesidir. İkincisi israftır. Zayi etmek demek, kıymetli olan bir faydayı elde etmeksizin malı sarf etmek demektir. Elbiseyi yakmak, yırtmak, hedefsiz ve gayesiz bina yıkmak, malı denize atmak gibi... Matemleri yürüten gazelci kadınlara, mutriplere ve fesadın bütün çeşitlerine sarf edilen mallar da bu mânâdadır. Çünkü bunlar şer'an haram olan faydalardır. Bu bakımdan sanki bu faydalar yok gibidir.

İsraf ise, bazen malı, matem havasını idare eden bir kadına, mutribe ve münkerlere sarf edilen kısma denir. Bazen de cinsî mübah olan fakat mübalağa ile beraber sarf edilen kısma denir. Mübalağa kişilerin durumlarına göre değişir. Bu bakımdan biz deriz ki, ancak yüz dinarı olan bir kimse mesela çoluk çocuğu varsa, o yüz dinardan başka malı da yoksa bu yüz dinarı bir velime davetinde sarf ederse bu kimse müsrif sayılır. Bunu böyle yapmaktan onu menetmek farzdır. Allah Teâlâ 'Elini boynuna bağlı kılma (cimri olma) ve büsbütün de onu açıp israf etme ki, sonra kınanmış olursun ve eli boş, açıkta kalırsın' (İsra/29) buyurmaktadır. Bu ayet Medine'de bulunan bir kişi hakkında nazil olmuştur. Bu adam bütün malını fakirlere dağıtmış, çoluk çocuğuna hiçbir şey bırakmamış, sonra çocukları nafaka isteyince buna gücü yetmemiştir.

Bununla beraber;

“(Malını) büsbütün saçıp savurma. Çünkü israf yapanlar şeytanların kardeşleridir. Şeytan ise rabbine karşı çok nankördür.”(İsra/27-28)
“Onlar ki, harcadıkları zaman israf etmezler, cimrilik de yapmazlar.”(Furkan/68)

Bu bakımdan bu şekilde israf eden bir kimsenin hareketi kınanır. Kadı'ya, böyle bir kimseyi hacr altına almak farz olur. Ancak böyle yapan kişi tek başına bulunuyorsa ve tevekkül hususunda doğru bir kuvvete sahipse, böyle bir kimse bütün malını hayr ve hasenata sarf edebilir. Aile efradı bulunan veya tevekkülden aciz olan bir kimse ise, bütün malını hayr ve hasenata sarf edemez.

Eğer bütün malını duvarlarının nakışına, evinin süslenmesine sarf ederse, böyle yapması da haram bir israftır. Fakat fazla malı olan bir kimse için böyle yapmak haram değildir. Çünkü evi süslemek de doğru hedeflerden biridir. Camiler süslenmektedir. Kapılarına ve tavanına nakışlar yapılmaktadır. Oysa kapıların ve tavanların nakışında süsten başka hiçbir fayda yoktur. İşte evler de camiler gibidir. Elbise ve yemeklerle süslenmek ve lezzetlenmek hakkında da böyle söylenir. Böyle yapmak esasında mübahtır. Ancak kişinin haline ve servetine nazaran israf olur.

Bu gibi münkerler oldukça çoktur. Onları teker teker saymak mümkün değildir. Bu bakımdan cemiyet için yapılan yerler, hüküm meclisleri, sultanların divanları, fakîhlerin medreseleri, sûfîlerin tekkeleri, çarşılarda bulunanlar da bunlara kıyas edilmelidir. Bütün münkerâtı teker teker saymak şerî izahâtın tamamını göz önüne sermeyi gerektirir. Usûl kaidelerini ve fer'î meseleleri teker teker izah etmek gerekir. Bu bakımdan biz bu kadarla yetinelim.

35) Ebu Dâvud, Nesâî, İbn Mâce

Genel Münkerler

Ne şekilde olursa olsun bu zamanımızda evinde oturan kişi halkın irşad ve öğretmenliğinden feragat etmesi bakımından münkerden uzak değildir. Halkı iyiliği yapmaya teşvik etmeyi terk ettiğinde münkeri işlemiştir. Bu bakımdan insanların çoğu şehirlerde bile namazın şartlarını fıkha göre bilmemektedirler. Acaba köylü ve bedeviler nasıldır? Bedeviler, Araplar, Kürtler, Türkmenler ve diğer halk sınıfları da bu gruplardan sayılır. Bu bakımdan şehrin her mahalle ve camiinde halka dinlerini öğreten bir fakîhin bulunması farz olduğu gibi, her köyde de bir fakîhin bulunması farzdır. Her fakihe, kendi şahsına farzı ayın olan vazifelerini yapmak, farzı kifaye olan vazifeleri yapmak için hazırlanmak ve oturduğu şehrin etrafındaki köylere, bedevî Arap, Türkmen ve diğer milletlere gidip onlara dinlerini öğretmek ve şer'î şerifin farzlarını tâlim etmek farzdır. Fakih, bu vazifeyi yapmak için evinden çıkarken yiyeceğini de beraberinde götürmesi gerekir. İrşad etmek için çıktığı kimselerin yemeğinden yememelidir. Çünkü bu kişilerin yemeğinin çoğu gasp malı ve haramdır. Eğer bir fakih bu vazifeyi yaparsa, bu sakıncalı vazife diğer fakîhlerin boynundan düşer. Aksi takdirde bu felaket bütün bilginlerin yakasına yapışır. Âlimin yakasına yapışması ise, evinden çıkıp da irşad vazifesini yapmamasından ileri gelmektedir.

Cahilin yakasına yapışması ise, öğrenme vazifesini terk etmesinden dolayıdır. Namazın şartlarını öğrenen herkese, o şartları başkasına öğretmek farz olur. Eğer bu vazifeyi ihmal ederse, günahta bilmeyenlerin ortağı olur. İnsanoğlunun âlim olarak annesinden doğmadığı herkesin malumudur. Bu bakımdan tebliğ vazifesi, ilim ehlinin vecibesidir. O halde kim bir tek meseleyi öğrenmişse, o kimse o mesele hususunda ilim ehlinden sayılır. Hayatımla yemin ederim bu hususta fakîhlerin günahı daha şiddetlidir. Çünkü onların bu husustaki kuvvetleri daha açıktır ve bu vazifeyi yapmaları onların bilgisine daha uygundur. Çünkü diğer sanat erbabı sanatlarını terk edip dinî faaliyetlerle meşgul olurlarsa cemiyetin hayatı felce uğrar. Bu bakımdan sanat sahipleri halkın salah ve refahında gerekli bir görev yüklenmişlerdir. Fakîhin şânı ve sanatı Hz. Peygamber'den işittiklerini tebliğ etmektir. Çünkü âlimler peygamberlerin varisleridir. Kişi 'Halk güzelce namaz kılmıyor' diye evinde oturup mescide gitmemezlik yapamaz. Aksine halkın güzelce namaz kılmadığını bildiği zaman onlara öğretmek ve bu uygunsuz hareketlerini yasaklamak için camiye gitmek kendisine farz olur. Böylece çarşı ve pazarda daimi bir şekilde cereyan eden yasak ve münker bir işin olduğunu veya belli bir vakitte bu işin yapıldığını bilen bir kimse, eğer bu yasağı bozup kaldırmaya muktedirse, evinde oturup bu vazifeyi kendi nefsinden düşürmesi caiz değildir. Aksine evinden çıkıp bu münkeri kaldırması kendisine düşen bir vazifedir. Eğer münkerin tamamını kaldırmaya gücü yetmiyor ve bununla beraber görmek de istemiyorsa, fakat evinden çıktığı takdirde en azından bir kısmını kaldırabiliyorsa, evinden çıkmak kendisine farz olur. Çünkü kaldırılması gücü ve takati dâhilinde olan bir münkeri kaldırmak için evinden çıkan bir kimse, gücü yetmediği münkerlerle karşı karşıya geldiğinden dolayı sorumlu değildir. Münkerlerin olduğu yerde hazır bulunmak, doğru dürüst bir hedef için gidilmemişse yasaktır.

Bu bakımdan her Müslüman nefsinden başlamalı, farzlara ve haramların terkine devam etmek sûretiyle önce nefsini yetiştirip ıslah etmeli, sonra bunu aile efradına öğretmelidir. Onların hâlini ıslah ettikten sonra komşularına gitmelidir. Ondan sonra mahallesinin sakinlerine, ondan sonra hemşerilerine, sonra şehrinin etrafındaki köylülere,sonra göçebe hayatı yaşayan Kürt, Arap ve benzerlerine ve böylece dünyanın en uzak yerlerine kadar gitmelidir. Eğer en yakın olan bir fakih bu vazifeyi yaparsa, en uzak olan bir fakihin boynundaki mesuliyet kalkar.

Eğer yapmazsa (ister yakın, ister uzak olsun) bu vazifeyi yapmaya gücü yeten herkes sorumludur. Yeryüzünde dinin farzlarından herhangi birisini bilmeyen tek kişi kalıncaya kadar bu sorumluluk ortadan kalkmaz. Oysa bu cahil bilmediği farzı öğrenmeye muktedirdir veya başkası tarafından öğretilmeye müsaittir. O başkası gidip onun bilmediği farzı ona öğretmelidir. Dinin emrine önem veren bir kimse için bu durum her şeyden alıkoyucu bir meşguliyettir; kişiyi nadiren meydana gelen fer'î meselelerine vakit harcamaktan, farzı kifayelerden olan ilmî inceliklerde derinleşmekten alıkoyar. Böyle bir çalışmadan önce farzı ayın veya yaptığından daha önemli bir farzı kifaye ele alınabilir.